(Aşağıdaki yazı film bitiminde bilinç akışı tekniği ile kaleme alınmıştır.)
Kıskançlık...
Ayna çekimi kullanımı ve insanların birbirlerine konuşmalarıyla adeta ayna tutması.
Işık gölge oyunları.
Oyunculuklar harika.
Herkes başkasının hayatını hunharca eleştirirken kendiyle yüzleşmekten de bir o kadar kaçınıyor.
Kimse bir diğerini beğenmiyor, herkeste küçümser bir hava, yahut beğense dahi belli etmek istemiyor.
Gurur, ego, hayal ve hayalkırıklıkları.
Özgürlüğü hayal etmek ama o kaçışa hiçbir zaman cesaret edememek.
Yalnızlıktan korkmak.
Yaşlılık üzerine, iyi kötü üzerine, doğru dürüst üzerine, pek çok konuda beni düşüncelere sevk eden bir film.
İçselleştirmekte hiç sıkıntı yaşamadığım hatta karakterlerle çok rahat özdeşim kurduğumu düşündüğüm bir film.
Diyalogların uzunluğuna rağmen insanı sıkmaması, adeta kendini seyirci olmaktan çıkarıp orada bulunanlardan biri haline getirecek kadar dinamik bir yapıya sahip olması.
Oyunculuklarla pek çok duygunun düşüncenin rahatça insana geçebilmesi.
Final sahnesinin filmi zayıflatması. Aslında sondaki mektup kısmına hiç gerek olmadığını düşündüm çünkü zaten orada söylediği her şeyi bize vermişti film. Ayan beyan ortada idi tüm saklanılmaya çalışılan duygu ve düşünceler.
Hayvanların bazı durumlara sembol olarak kullanılıp anlatılmak istenen soyut düşüncelerin somut hale getirilmesi.
Yaşlılık, yaşam, ömür..
İnsan ne kadar yaşayacağını bilmediği şu hayata nasıl olur da bir ömür biçer?
Öyleyse aslolan anı yaşamak mıdır? Anı yaşamak.. Belki de bu hiçbir şeyi düşünmemek,dert etmemek anlamına gelmiyor. Aksine tam olarak varlık sebebini idrak edip her anını o son an bilerek, her an yaşadığın her şeyin sonunun gelebileceği fikrine vakıf olarak davranışlarına yön vermek.. Anın kıymetini kavramak. Anlarsan başka neyimiz var elimizde? Kim garanti edebilir yaptığımız planları gerçekleştirebilecek kadar vaktimiz olacağını. Kaldı ki her an yeni bir plan değil mi zaten?
Havanın ayazı ne kadar keskinse insanların hal ve hareketleri de o kadar keskin. Fakat kışın ve ayazın getirisi olan o berrak havanın aksine insanların duygu alemleri duman altı, düşünceler kesinmiş gibi görünse de üç ayaklı bir masa gibi sallanmakta. Kimsenin kimseye güveni yok ama en çok ihtiyaç duydukları şey sadakat. Emin olmak... Emin olmak duygusundan mahrum hepsi. Merhamete, şefkate ve sevilmeye olan ihtiyaçlarını görmezden gelerek belki de içlerinde daha derin yaralar açıp aralarına da aşılmaz mesafeler koyuyorlar.
"Ben dinlemeyi seven bir adamım konuşmaktan ziyade" Hadi başkalarını kandırdın, peki ya kendini kandırmak. Aslında herkes kendini kandırabilmenin peşinde ama bu öyle kolay bir şey değil. Hasır altı etmek gerçekleri bir yere kadar mümkün sadece. Sürekli yüzleşmeyi geçiştirme halleri...
Kusma sahnesi, aslında bütün bu kendini farklı göstermenin, rol yapmanın, caka satmanın bir tezahürü.
Final sahnesinin filmi zayıflatması...
Yaz ayında izlememe rağmen kış gibi soğuk ve soba yanar vaziyette bir yerde izlemem de çok güzel bir denk geliş oldu.
Filmin en dürüst karakterleri İsmail ve oğlu. Bir sarhoş, aynı zamanda suçlu ile bir çocuk.
NBC'nin filmlerinde çok az müzik kullanması. Belki de gerçekten hayatta olduğu kadarıyla, yaşarken zaman zaman aklımızdan tıngırdattığımız melodiler gibi.
Herkesin dik durmaktan boynu tutulurken aslında sadece rol yapıyor olmaları. Dik duran yalnızca iki kişi olması, peki Hamdi'nin yaptıkları yalakalık mıydı, kötü müydü..?
Yorumlar
Yorum Gönder