Nasıl desem bilmem ki... Hem bir film izledim hem bir kitap okudum hem de tüm anlatılanları ben de yaşadım sanki gözlerimin ekrana kilitlendiği dakikalar boyunca.
Pelin Esmer ve Barış Bıçakçı birlikte yazmışlar filmin senaryosunu, Pelin Hanım ayrıca yönetmiş de. Umarım ikilinin birlikte çalıştığı başka projeleri de görürüz çünkü öyle aktı gitti ki film su gibi, bir yandan da doyurdu gözümü gönlümü, tadı damağımda kaldı demem doğru olmayacak yani bu durumda. Fakat ne yalan söyleyeyim daha bir kaç saat sürseydi de izlerdim, oflamadan. Diyaloglar hiç bitmesin istedim. Diyalog olmayan sahneler geçsin gitsin istemedim. Her ayrıntısı, her bölümü çok güzeldi benim için. Uzun zamandır bir filmle ilgili böyle hissetmemiştim. Öyle ki, yazmamaktan neredeyse artık varlığını unuttuğum bloğuma geldim, film hakkında lafı uzatıyorum. Oysaki söylemem gereken tek bir şey var; o da muhakkak izleyin demek. Çok güzeldi, şahaneydi diye eklemek belki en fazla.
Filmin başrol oyuncuları Başak Köklükaya, Öykü Karayel ve Yiğit Özşener; doğal ve gerçekçi oyunculuk performanslarıyla büyülüyorlar adeta. Evet, Yiğit Bey'in ekran süresi diğer arkadaşlarına kıyasla oldukça az belki ama kesinlikle bir başrol. Bunu çocukluktan beri kendisine hayran olduğum için de söylemiyorum. Gerçekten öyle olduğu için söylüyorum. (:
Burada filmin konusundan filan bahsetmeyeceğim zaten merak ederseniz bir Google'a sorarsınız diye düşünüyorum. Ama yani filmin ne anlattığını kelimelerle ifade etmek çok da mümkün değil. İki üç satırlık tanıtım yazısından çok daha fazlasını veriyor çünkü film size izlerken. Benim asıl söz etmek istediğim ise görüntü yönetmenliği ve sanat yönetmenliği. Yani çok bir şey bildiğimden değil bu konularda elbette ama filmde yer alan tren yolculuğu boyunca öyle güzel tercihler yapmış ki yönetmen ve ekibi, bir zamanlar aynı uzun yolculuklardan geçmiş olan bana, sanki yine yoldaymışım hissini aynıyla yaşattılar. Kalbim pır pır atarken yol boyu, her istasyonda ben de soluklandım sanki.
Bütün yolculuk boyunca camdan dışarı bakıp bambaşka hayatlardan kesitler görmek, bir sahnede oyuncunun yüzüne yansıyan şehrin ışıkları ve renkleri... O kadar güzel tercihler yapmışlar ki... Uzun uzun seyrettiğim manzaralar... Ve o manzaralı bölümlerin uzunluğu hiç yormadı, sıkmadı beni. Hatta dedim ya, kendimi öyle kaptırmışım ki kamera başka bir görüntüye geçince sanki başımı camdan çevirmişim de ben bakmışım o tarafa gibi hissedip ürperdim. Hiç konuşmaya ihtiyaç duymadan o kadar çok şey anlatıyor ki film bu bölümlerde. Ama öte yandan konuşmaların olduğu bölümlerin güzelliği, diğer oyuncuların filme dahil olduğu sahneler.. . Adeta bir hayat perdesi.
Başrol üçlümüzün bitmesini istemediğim muhabbetleri...Bu sahnelerde Öykü Karayel'in çekingen, sıkılgan hallerini yansıtış biçimi... İnce ince işlenmiş işte, bir nakış bir dantel gibi. Nasıl bir göz nuru... Keşke dedim bir kitabı olsa bu filmin, bir öyküsü yahut senaryosu basılsa sadece. O kadar sevdim.
Eh, ne diyeyim bunca sözden sonra belki siz de bir şans verirsiniz İşe Yarar Bir Şey filmine. Elbette zevkler ve renkler meselesi diye de bir durum var ama gerçekten bir sanat eseri izlemiş olmak için 103 dk beklemeye, denemeye değer bir süre diye düşünüyorum ve yazımı okuyan herkese esenlikler diliyorum.
Kaleminize sağlık Betül Hanım, çok güzel anlatmışsınız:)
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim, Sevgili Dost.
Sil