Ana içeriğe atla

Avrupa'da Bir Betül - Bölüm 2

 Alıntı foto.

  Merhaba, uzun bir aradan sonra gezi yazımın devamı ile buradayım. Üstünden zaman geçtikçe aklımda kalanlar azalıyor,o yüzden de daha fazla beklememeye karar  verdim yazmak için. Ama öncelikle bu seyahat ile ilgili genel olarak söylemek istediğim bazı şeyler var.  

  Gezimizin çok hızlı geçtiğinden bahsetmiştim sanırım. O yüzden de herhangi bir şehri gerçekten görmeye yetecek vaktimiz olmadı hiç. Sadece üstünkörü birer ziyaret olarak kaldı maalesef hepsi. Ama tüm bunlara rağmen mutluyum çünkü belki de hayatta oraları görebilmek adına başka fırsat çıkmayacak karşıma. Ya da çıkarsa artık nasıl daha iyi gezilir bir şehir, bumu tecrübe etmiş oldum. Ve şunu da muhakkak eklemem gerek, özellikle Avrupa'da herhangi bir tura bağlı kalmadan gezmek hiç de zor değil. Ben gözümde çok büyüttüğümü fark ettim bu seyahatim sırasında "yurt dışına çıkma" olayını. Gerçekten güvenle gezebilirsiniz, korkmaya gerek yokmuş. Ya da dil bilmiyorum diye endişelenmeye. Bir kaç kelime İngilizce yeter de artar bile.

  Gezdiğim pek çok yerin ismini hatırlamıyorum ve edindiğim en büyük  tecrübelerden biri de bu oldu benim için. Bundan sonra yurt içi veya yurt dışı hiç fark etmez gittiğim ve gezdiğim yerlerle alakalı çok daha ayrıntılı notlar alacağım. Hem gitmeden önce hem de gezi sırasında. Aslında böyle şeylere çok önem veririm ama bu benim ilk seyahat deneyimim sayılır ve o yüzden de bu tür acemiliklerimin olmasına da şaşırmıyorum.

  Bahsetmem gereken bir diğer şey de bu seyahat sırasında fotoğraf makinesi ve telefonla mümkün olduğunca az vakit geçirdiğim gerçeği. Çünkü fotoğraf çekmeye kapılarak anı yaşamayı unutmak istemiyordum ve bu yüzden de gerçekten çok az fotoğraf var elimde bu seyahate dair. Ama önceki yazımda genel olarak daha çok fotoğraf paylaşmam istenildiği için kendi fotoğraflarımın yanı sıra alıntı olanları da kullandım. Beğendiğiniz resmin üzerine tıklayarak ilgili web sayfasına gidebilirsiniz.

4.GÜN


  Gelelim Prag'a. Prag'ı nasıl anlatsam size emin değilim. Çünkü herkesin seveceği bir şehir olmadığını biliyorum. Fakat ben kelimenin tam anlamıyla şehrin büyüsüne kapıldım ve gördüğüm günden beri yeniden oraya gitmenin hayallerini kuruyorum.

  İnanılmaz fantastik bir atmosferi var, şehre hakim olan gotik ve barok mimarinin yanı sıra muhteşem rönesans eserleri ile de göz kamaştırıyor. Nereye baksanız bir tarihi bina, heykel vs. görüyorsunuz. Bjudapeşte gibi düzenli ve ferah caddeleri yok. Daha ziyade her şeyin iç içe geçtiği bir havası var. Dar sokaklar, birbirine bağlanan yollar, köprüler, Arnavut kaldırımları... Sanki yazma eserler kütüphanesine gidip çok eski ve tozlu bir kitabı elinize almış ve onu gün ışığıyla buluşturup üzerindeki toz zerrelerinin havaya karışmasını izliyormuşsunuz gibi bir his bırakıyor insanın üzerinde. Şimdi bile gözlerimi kapadığımda Kafka Evi'ni ararken rastgele girdiğim sokaklar, içinde kimsenin olmadığı ama kapısı sonuna kadar açık kilise ve altından geçtiğim pek çok kemer o günkü yaşadığım hislerle taptaze duruyor belleğimde. 

  Sanki bir zaman çemberinden geçip Orta Çağa gelmişsiniz gibi ya da en güzel fantastik diyarlardan birine. 

  Her ne kadar gezi yazısı desem de buna aslında birer hatırat benim için bu yazılar. Kitabi bilgiler vermek yerine gezip gördüklerimin bendeki yansımalarını paylaşmak amacım sizlerle. Yoksa Google'a "Prag" yazmanız istediğiniz bütün bilgileri almanız için yeterli.

 Alıntı foto.


  Otobüsle park yerine doğru ilerlerken meşhur Dans Eden Bina'yı görüyoruz. Her ne kadar yukarıdaki fotoğrafında ışık yansımaları ile birlikte hoş görünse de açıkçası gündüz gözüyle benim pek hoşuma gitmiyor görüntüsü. Hatta zerre kadar estetik bulmadığımı da ifade etmek zorundayım. 

  Prag'da da diğer tüm yerlerde olduğu gibi otobüsümüzü şehir merkezinin dışına park ediyoruz, ayak bastı parası vermemek için. Çünkü bu ücretler gerçekten çok masraflı olabiliyor. Deli gibi yürüyüp Vltava Nehri'nin üstüne yapılmış olan meşhur Charles Köprüsü'nden geçiyor ve St. Vitus Katedrali'nin önünde merdiven çıkmaktan bitab olmuş bir halde duruyor ve burada gruptan ayrılıyoruz. Herkesin kendi kendine şehri tanımasına olanak sağlayan serbest saatteyiz ama bu serbest saatler asla yeterli değil her yeri görmek için. Belli tercihler yapmak ve bazı şeylerden feragat etmek zorundasınız. Ben bu noktada bir adım daha atacak gücü bulamadığım için kendimde, biraz enerji toplamak için bir şeyler içmek istiyorum ve hemen yakınımızdaki Starbucks'a atıyoruz kendimizi. Burada bir şeyler içince diğerlerinden ayrılıp tek başıma gezmek için dışarı çıkıyorum. Starbucks'ın çıkışında turistler için çok iyi bir yeri var, tabelasının asılı olduğu duvar üzerine çıktığınızda şehrin nefis yarı panoramik görüntüsüyle buluşuyorsunuz. Ben de son şarjımı burada bir poza harcayarak yola koyuluyor ve hedefim olan Kafka Evi için yürümeye başlıyorum. Bir kaç kişiye sorarak müzeyi buluyorum. Söylemem gerek etkileyici ama içinde çok da bir şey olmayan bir müze burası. Yani sekiz euroluk bilet ücretine pek de değmiyor açıkçası. Yine de gördüğüme pişman değilim, farklı tasarlanmış müzeleri severim.

Alıntı foto.


  Müzenin girişinde bulunan bu yapıtın "Doğu ve Batı Çekya'nın içine etti." anlamına geldiğini öğreniyorum, orada karşılaştığımız bir hocadan. Kafka'yla herhangi bir bağı olduğuna dair bir bilgi bulamadığım, bu sebeple de Kafka'dan bağımsız değerlendirilmesi gerektiğini düşündüğüm, ilginç bir düşüncenin somutlaştırılmış hali diyebilirim bunun için. Ve ilgi çekici olduğu kesin.

  Müzeden ayrıldıktan sonra küçük grubumuzla buluşup bir şeyler yedikten sonra birlikte yola devam ediyoruz ve  Charles Köprüsü'nden geçiyoruz. Üzerinde bulunan her heykelin bambaşka anlamları ve hikayeleri olan muazzam bir köprü bu. İnsan burada sadece yürüyerek bile adeta bir sanat ve tarih şöleninin içinde hissediyor kendisini.

 Alıntı foto.



  Köprü üzerinde pek çok hediyelik eşya satan tezgah ve yukarıdaki gibi portre çizimi yapan sanatçılar var ve her yer turist kaynıyor. Yürümeye devam ediyoruz ve diğerleriyle buluşacağımız eski şehir meydanına iniyoruz. Burası Prag'da en sevdiğim yerlerden biri. Her ne kadar tadilatta da olsa ünlü astronomik saat kulesinin marifetlerini izleme şansı buluyoruz. 


  Bizim gittiğimiz gün bir konser vardı meydanda ve bu yüzden de çok kalabalıktı. Ama bu şehrin yeni ve eskiyi aynı anda içinde yaşatabildiğinin de güzel bir göstergesi olarak hoşuma gitti. Yaşayan ve ruhu olan şehir deyiminin çok güzel bir örneği bence Prag. Meydanda sevdiğim bir diğer şey ise Tyn Kilisesi. Harika bir Gotik eser olan bu kilisenin içini ziyaret saatinin bitmiş olması sebebiyle gezemesem de dışarıdan bakmakla dahi gözlerimin kamaştığını söyleyebilirim. 


  
 Alıntı foto.

 Gece ve gündüz her iki haliyle de benim gibi romantikler için vazgeçilmez şehirlerden olan Prag'a son kez bakıyorum ve yeniden yola koyulmak için otobüse doğru ilerliyorum.

  Prag'dan Viyana'ya doğru giderken kuvvetli bir sağanak eşlik ediyor bize. Ormanlar ve ara ara kendini gösteren tarlalardan sonra bir kaç küçük kasabadan geçiyoruz. Bunlardan birinde gördüğüm heykel oldukça ilgimi çekiyor. Küçük bir kasabanın ortasında bile Rönesans'tan kalma olduğunu düşündüğüm bir eser görmek beni şaşırtıyor. Yola devam ederken karşımıza çıkan yel değirmenleri bir tepenin üstünden topluca bir seyir bahşediyor bize. Ardından da şahane bir gölün üstünden geçerek yolculuk anılarımıza bir başka güzellik katıyoruz. Viyana'ya 52 km. kala otobüse benzin almak için durduğumuz kasabanın şaraplarıyla ünlü olduğunu öğreniyorum. Hal böyle olunca da yolculuğumuzun geri kalanı ufuk çizgisiyle birleşerek sonsuzluğu hatırlatan üzüm bağları arasında geçiyor.

  Viyana'ya vardığımızda saatler 22.30'u gösteriyor. Şehir evlerine çekilmiş. Sokaklarda çok az insan var. Neredeyse tam bir sessizlik hakim geceye. Açlığımızı gidermek için kendimizi bulduğumuz ilk Türk Lokantası'na atıyoruz ve yemekten sonra da saatin geç olması sebebiyle yapılabilecek tek şeyi yapıyor ve sokaklarda özgürce dolaşıyoruz. 

  Viyana çok düzgün yapılanmış bir şehir. Geniş ve ferah caddeleri var. Avrupa şehirlerinin çoğunda olduğu gibi burası da ızgara planına göre şekillendirilmiş ve bizim gezdiğimiz yerlerde şehrin mimarisine aykırı düşecek biçimde yapılmış herhangi bir bina yok. 

  Sokak ve caddelerin üzerlerinde çeşitli heykeller görüyoruz. Buluşma saatine kadar dolanıp en son meşhur Aziz Stephan Katedrali'nin önüne geliyoruz. Çok güzel bir çatısı olduğunu fark ediyorum ve kadraja sığması için mümkün olduğunca eğilerek fotoğrafını çekiyorum. Tabi ki karanlıktan başka bir şey çıkmıyor ekranda. O yüzden aynı açıyla çekilmiş bu fotoğrafı ekliyorum aşağıya.

 Alıntı foto.

    Bu Katedralin bizim için farklı bir yanı daha var ki o da şu: 1534 yılında katedralin çan kulesi bir memuriyete tahsis ediliyor. Buradaki görevlinin işi ise Osmanlı Akıncıları'nın yaklaştığını görünce çanı çalarak şehri durumdan haberdar etmek. Bu memuriyet 1956 yılında kaldırılıyor. Yani Osmanlı'nın yıkılmasından tam 33 yıl sonra.

5.GÜN

  Viyana'dan Venedik'e doğru olan gece yolculuğumuza başlıyoruz. Takvim 17 Haziran 2017'yi gösteriyor. Saat 01:00 suları. Sabah 04.00 gibi uyanıyorum. Otobüste şoförle ben hariç herkes uyuyor. Bacağımın ağrısı yorgun da olsam uyumama engel oluyor. Yenilgiyi kabul ediyorum ve camdan dışarı bakıyorum. Günlerdir devam eden ovalık alanların ve tarlaların yerini dağlara ve karışık çam ormanlarına bıraktığını görüyorum. Daha uzak yerlerde, bulutların hemen önünde sadece kayalıklardan oluşan başka başka dağlar görünüyor. Muhteşem bir gölü daha geride bırakıyoruz. Bir süre sonra tüneller serisi başlıyor. Ardı ardına upuzun tünellerden geçiyoruz. Arka taraflarda bir öğrenci gürültülü bir horlama tutturuyor. Bacağım seğiriyor. KPSS puanım beklediğimden düşük geliyor. Moralim bozuluyor ve İtalya'ya giriş yapıyoruz.

  Sıradaki şehrimiz Venedik. Sanırım seyahat boyunca en az gezdiğim yer burası. Aslında epeyce uzun bir serbest zamanımız olmasına rağmen, beni dayanamayacağım kadar bunaltan sıcak ve nem yüzünden sadece bir kaç yer gezip geri kalan zaman boyunca sürenin dolmasını ve gitme vaktinin gelmesini bekledim, bir köşede oturup dondurma yiyerek. Geceyi otobüste geçirmenin ve gün boyu yürümenin verdiği yorgunluğun da etkisi var tabii bunda.










  Neredeyse bir insan genişliğinden daha fazla olmayan bir sürü dar sokaktan oluşuyor Venedik. Her yerde kanallar ve kanallarda gezinti yaptıran gondollar var. Belki daha az yorgun olduğum bir zamana denk gelseydi keşfedecek daha çok şey bulurdum ama merkezdeki bir kilisede ve civardaki sokaklarda dolaşmaktan başka bir şey yapamadım. 

  Venedik'ten ayrılıp Verona'ya varıyor ve otele yerleşiyoruz. Çok yorgun olduğum için gece yapılan geziye katılmıyorum, çünkü ertesi gün zaten rahat rahat dolaşacağım şehirde. Güzel bir uyku için dua edip gözlerimi kapatıyor ve kendimi yatağa atıyorum.
























Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ÖLMEDEN ÖNCE YAPILACAK 100 ŞEY

  Bu aralar yapmayı en çok sevdiğim şeylerden biri de blog okumak. İnstagram hesabından (@kederlikavun) takip ettiğim sevgili  Șeyma Mektepli  'nin de bloğu olduğunu farkedince hemen okumaya başladım ve başlıkta gördüğünüz yapılacaklar listesine dair bir yazısına denk geldim. Hoşuma gitti ve eğlenceli bir şeyler yapmak için tam sırası diye düşünüp ben de kendi listemi hazırladım. (Bazıları çocukluğumdan beri hayalim olan ve hali hazırda yeni gerçeklestirdiklerim ve üstleri çizili.) Yaptığım maddelerin üstünü çizmeye devam edeceğim elbette. Bir de henüz yüz maddeye ulaşamadım ama yeni keşiflerde bulunup okumaya devam ettikçe öğreneceklerim, eminim yeni istekler oluşturacaktır bende. Sizin tavsiyeleriniz veya listeleriniz varsa ve benimle paylaşırsanız mutlu olurum. Keyifli okumalar. ~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~ İkinci üniversiteye başla ve bitir.(Edebiyat Bölümü) Nemrut Dağı'na çık. Kapadokya'yı gör. İngilizce öğren. (Okuma ve konuşma) IMDB Top250

K-DRAMA'YA MERHABA

  Evet, sonunda oldu. Yıllardır uzak durduğum aramıza mesafe koyduğum K-Drama'nın bağımlısı olma yolunda emin adımlarla ilerliyorum.   Şimdiden bir sürü klişeye aşina oldum bile. Sakar kızlar, birbirine yemekle vurmalar, saç bağlayıp toka takmalar ve muhakkak birilerinin ayakkabısını bağlamak ya da giydirmek. Ah ama en güzeli aşık olunup rüyalara misafir edilesi oppalar.🫠  İlk başladığım Kore dizisi Dr.Slump ama o güncel bir dizi olduğu ve bölümleri haftada bir yüklendiği için ilk bitirdiğim dizi W Two Worlds oldu.  Benim için K-Drama'ya daha iyi bir giriş olamazdı diye düşünüyorum. Çizgi romanları çok seven biri olarak bu dizide webtoon dünyasının ve gerçek dünyanın birbirinin içine girmiş olması bir şeylerin silinip baştan yazılması yaratılan karakterlerin kaderlerini cüz'i iradeleriyle değiştirmeleri muhteşemdi. Dizinin içinde sık sık webtoon çizimlerini görmek de beni çok mutlu etti.  Bu arada iddia ediyorum daha önce kimsenin farkına varmadığı bir şeyi keşfettim. Tür

TRUE BEAUTY ve AKRAN ZORBALIĞI

  Türkiye'de akran zorbalığı ile alakalı ilk tez 2001 yılında yazılmış ve o yıllarda çok dikkat çekmemiş. Oysa günümüze doğru geldikçe bu konuda yazılan tezlerin inanılmaz bir hızla arttığını görüyoruz.  YÖK-Tez'deki verilere göre konuyla alakalı olarak 2021 yılında 28, 2022'de 36 ve 2023 yılında 37 adet tez yazılmış. Google Akademik'te ise 2020 yılından bu yana akran zorbalığı içerikli 3530 adet makaleye ulaşabiliyoruz. Bu da demektir ki dünyada olduğu gibi ülkemizde de akran zorbalığı her geçen gün artarak devam ediyor. 2023 yılında Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi'nde yer alan Tüm Boyutlarıyla Akran Zorbalığı adlı makalede Mahi Aslan ve Mehmet Oğuz Polat konuyla alakalı olarak "Akran zorbalığı toplumumuzda yaygınlaşarak kritik bir halk sağlığı sorununa dönüşmektedir... Akran zorbalığını tanımlamak için önemli kriterler vardır; zorbalığın sistematik olarak devam etmesi, güç dengesizliğine sahip olması, kasıtlı olması gibi. Zorbalığı deneyimlemek